29 Kasım 2013

''büyük işlerin içinde namus aramak yanlıştır.. namusun içinde büyük işler aramak kadar.''
sevinç, hüzün ve namus üç yakın dosttur. gün gelir üçünün de yolları ayrılır. ayrılmadan önce son bir defa bir araya gelirler ve yarınlarda nasıl birbirlerini bulacaklarını sorarlar birbirlerine. sevincin cevabı basittir. "nerede..." der "... bir düğün, bir şölen, bir zafer varsa; nerede insanlar eğleniyor ve gülüyorsa ben de kesinlikle oradayımdır." hüzün'ün cevabı da basittir. "ben..." der hüzün, "her zaman cenazelerdeyimdir. yenilgilerde, ayrılıklar, acılarda ve meyhanelerdeyimdir. ağlayanları bulun; beni de bulursunuz." sonra ikisi de o ana kadar sessiz kalan namus'a dönerler. kendine soru dolu bakışları görünce namus da dile gelir. "beni aramayın boşuna." der namus. sonra da ekler: "ben bir kere gittim mi bir daha dönmem."
yalan olmamak dürüstlüktür... ama namus daha derindedir... vücudun dışından başlayıp, beynin kıvrımlarında..yüreğin içinde... ciğerin bir köşesindedir... dürüst olmak yetmez namuslu olmaya...
bu ülkede namus...
"kadına çıkan ölüm fermanıdır."
ülkedeki gerçeklere bakarak ne olduğunun,nerede olduğunun tartışılması gereksizdir... oysa birçok dilde karşılığı bile yoktur.
bu ülkede kadın...
"namus, işgal edilemez toprak, bereketli tarladır."
bu ülkede namus "et"e gelir... söze gelmez...öze gelmez...oysa namus "et"ten ötededir...
oysa;
"namus, insanın vicdanı ile başbaşa kaldığı zaman ona verecek utandırıcı hesabı olmaması demektir."
biraz ağır olacak ama bu ülkede ...
namus dediğin, ataerkinin pis nefesinin kadının üstüne sinmesidir, yıka yıka geçmez. bir türlü anlaşılamayan şey ise bu pisliği neden taşıttırdığımızdır...
oysa asıl namus onur üzerindeki kırılgan partiküllerdir...
el kadar çocukların kadın görüldüğü bir ülke de....