26 Aralık 2010


AÇTIM KOYNUMU 
KUŞLAR UÇTU...

BİR KEMİK
AYNI YERDEN İKİ DEFA KIRILMAZ...
Üç Harf yan yana kaç şekilde gelir bilir misin? 
“Aşk” dersin, 
“sen” dersin, 
“ben” dersin. 
Sen ben biter,“biz” dersin. 
Gün gelir, “git” dersin. 
Peki, “dur” kelimesinden haberdar değil misin? Dur demeyi bilmez misin? 
Git demek kolay, dur diyebilecek kadar yürekli misin?
Ben bir şair olsaydım eğer, 
cümle cümle vururdum seni. 
Her noktasında dururdu... kalbin !..
Ben bir şair olsaydım eğer, 
öyle bir şiir yazardım ki sana sevgili ; 
Harflerine asardın kendini...!

23 Aralık 2010

Bilir misin ? 
Ne kötüdür insanın bildiğini anlatamaması, 
kelimelerin hep yarım kalması. 
"Ben" deyip susması, 
"Sen" deyip ağlaması...

22 Aralık 2010

Sevmek! 
Sevmek esasında alıp başını gitmektir, 
sevgiliden uzaklaşan mutlak aşka yaklaşır, 
sevdiğini;
 gönlünde kendi bildiğince yeniden yaratarak..” 

Üşüyor musun?
Üzülme be! Gel yαnımα... 
O kαdαr yαktın ki canımı; ısınırsın...

Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helali karıştırmam...
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram.

16 Aralık 2010

GEMİLER BATINCA 
OKYANUSUN CANI YANAR MI??

5 Aralık 2010


Ansızın bir adamın yedeğinde
On at göründü sislerin içinden
Çıkarken titremediler, ateş gibi,
O saate kadar bomboş olan
Evreni doldurdular gözlerimde. 
Görkemli, yangınlı
Uzun bacaklı on tanrı gibiydiler,
Yeleleri tuzun düşlerini andırıyordu.

Portakaldan ve evrenlerdendi sağrıları.

Baldı derileri, amber, yangın.

Boyunları gururun taşlarından
Oyulmuş kulelerdi,
Ve kızgın gözlerine güçlü bir dirim
Eğilmişti bir tutuklu gibi.

Ve orada sessizlikte, ortasında
Günün, kirli ve dağınık kışın
Haşarı atlar kan,
Uyum ve yaşamın kışkırtıcı gömüleriydiler.

Baktım, baktım ve yeniden yaşadım:
Kaynağın, altın dansın, gökyüzünün,
Güzellikte yaşayan ateşin
Orada olduğunu bilmeden.


Ben mi seçtimki bu oyunu, kurallarını seveyim?

29 Kasım 2010



Dört duvar arası kapanmaz ki / Sendeki özgür ruh 
Ölünce parçalanmaz ki / Bendeki özgür ruh 
Sevişe sevişe azalmaz ki / Tendeki özgür ruh 
Kopyalayarak çoğalmaz ki / Gendeki özgür ruh.........
CEBİME DOLDURDUĞUN TAŞLARLA GİRERSEM 
BU AKAN DEREYE 
BU BENİM DEĞİL, SENİN İNTİHARINDIR...
VE İNTİHAR BİR BAŞKALDIRI DEĞİL 
BİR BAŞ EĞİŞTİR YAŞAMA...
KABULLENMEK YAKIŞMAZ BENİM ANARŞİST RUHUMA...

27 Kasım 2010

imparatorlar cigaralarından 
babacasına çektikleri dumanı üflerken
adam mikyevics'in şair ruhu 
dumana asılıp
yüz yıllık müzesinden kalktı
kilisenin istavrozuna kondu.


bir çift kanattınız 
hüznün rüzgarlarında,
dağılıp gitti melekleriniz 
beyazın öte dağlarında..
ağlasın ardınızdan bir ağızdan
bütün dehşetiyle
kolera
sen harbi hayalet,
saglam gariban,

-savrulurken raconun kırmızı pelerini
o zarif öfkeye,
zaman ki sana hasta olmuş,
incelikli haytasın,
raksederken mahallenin maşallahı, 
eyvallahı,
güzelleş be oğlum 

bazı çocukların içinde
ceviz kırar kanlı sincaplar,
bir gemi yaklaşırken
bir gemi uzaklaşırlen
limanda farklı ağlayan
iki insan, 
ah tabii gözlerinden de söz etmeli;

kurşunlanmış bakışlarla tanımlı aşklar bunlar
parçalanmış dudaklarla beslenmiş aşklar bunlar,
her aşka önce kendine ihanet ederek başlamalı'
ardından tutuşturup o resmi başka bir köşesinden
atıverdin pencereden dışarı ve dedin ki 
'korkma
ellerin yanmaz bundan'
SENİ İLK GÖRDÜĞÜM GÜN 
BİR MARTI OYDU 
İKİ GÖZÜMÜ DE...
O çocuklarla sabahlarken 
terkedilmiş bir senaryonun
kötü adam karakterlerinde
herkes seçtiği rolün repliğiyle boğuşurken
kostümler bol gelirken, dar gelirken bedenlere
kim "kamera!" dedi, kim "stop!" dedi bilinmezken
binlerce bobin kutusu içinde ararken 

kendi karakutumuzu
hepimizin bir asistanı var sonunda vurduğumuz
aşk ile çekememezlik arasında 

hep ihtiyaç duyduğumuz!
senin mahallende aşk masallara giremez
masala giren aşk çıkamaz o mahallelerde!
masalların aşkına, benim aşkıma,
allah aşkına.......

 
Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin 
hançerleri...
Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir.

Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! 
Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? 
Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. 
Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. 
Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. (K.İ)

20 Kasım 2010

TOPRAK TOHUMUN KALBİNDE NEFES ALIR

bu kaçıncı rengi saçlarının
kaç hıncı bu kendinin saçlarına
o dönülmez fotoğraflardan kendini çıkarışın
yüzündeki tarihi boşluğa bu kaçıncı fırlatışın

şimdi yeniden-bin yl sonra mesela
peşine adamlar takışın
bıraktığın izleri bu kaçıncı yokedişin
bu kaçıncı öyküsü septe boğazının

bir çocuğun evi şimdi rahmin
evsiz ki yurtsuz yuvasız ömrümüzde
evidir yine de evi olmak birinin
adı: daha ne kadar kalacak
adresi: son nefes durağı ve sonrası

kalbim... alınma bulutların gölgesinden
kanat karanlıkta acıyan yerlerini
sana yeni rüzgarlar getirecek
saçlarının derinlerdeki rengiyle
mevsimini bul
yüzünü bu yana çevir

15.temmuz.1987
Ünal TEMİZYÜREK / izmir

19 Ekim 2010


 SU GELİR YARA DEĞER

Ben bir dere yatağının
En kıvrımlı yeriyim
Bilemem nerelerden
Akarda ince ince
Su gelir yara değer
Değdikçe eririm

Örseli bir bahçenin
Acemi gülüyüm
Bilmem bir türlü
Bilemem
Bir mevsimlik rengi ben
Dörde nasıl böleyim

Gizemli bir suskunluğun
Dargın diliyim
Kan gülleri büyütürüm
Sabır saksılarında
Ben hep kendini yiyen
Bir garip deliyim

Ben hep çabuk çekilen tetiğe yaşadım
Yemin ettim
Yüreğimdeki ve bedenimdeki
bütün yaralar adına
yüzünün kuyusuna düştüğüm kuytuda
Sana olanca aydınlığım ve karanlığımla baktım
aşktan yorgun düştü dinim
dağıldı kehribarım
gül ve buğday yetiştiren
Ömrüm adına yemin ederim ki:
Ben seçmedim bu ölümü
Kaçmasan vurmayacaktım


kanlı sevdaların
karamasalları
ey kavuçmak uçurumları
ay yalnızlıkları
sessiz ve derinden akardı
karaduygulu dağlarda
suskunluğun yeraltı ırmakları
eriyen karlarla birlikte yokuş aşağı inilmiş büyük kentlerde ışıklı caddelerin geceyarısı duyarlılığı
incelmiş ormanların karanlığı
bunca hayatlardan sonra kolay mı dağlardan indirmek
yol kesen imgeleriyle o eşkiya duyarlığını
şairi çok dağlar
dağlı mecnunlar niye bu kadar
niye bu kadar
tutmuş yolları
dilini yutmuş kara yılanlar
ki hiçbir dilden gitmiyor ağuları
sevda karası gözlerden geçerken
doğunun eski masalları
hayatlarını bir rivayet gibi yaşayanların
karaderili suretlere sevdalananların
kendi dağını kazan ferhatların
gerçekten görünmez olmuş yaslı maceraları
sizlere açtım yalnızlığımı
kurşun yemiş şiirleriyle efkar dağıtanları
yol geçen hanlarının adsız ölülerini
her ulusun masal çağından geçerken çöllerde yitmiş kervanları
kimsesizlikten deli olanları
kendi sözlüğünü yaşayanları
anmak şimdi bir uçurumun başında neye yarar
çocukluktan alınmış
yaralara çalınan sevdakarası merhemleri
dertleri işlemedikten sonra neye yarar anlatmak
hayatlarına döşenmiş mayınları
pars adımlarıyla alan ve aldıkça kendinden başka biri olan korkunun büyüttüğü sınır insanlarını....

Bir yanı SARP bir uçurum...


Kırılgan bir çocuğum ben
Maxicep.com - Bir yanım çılgın nar ağacı ;bir yanım buz sarayı. Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
...Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
Gözü kara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı SARP bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.


 

14 Eylül 2010

İç denizine sığınmış gemileri yakan bir limandın...

6 Eylül 2010

bembeyaz bir gülüştür senden bana kalan...


31 Ağustos 2010

Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet ! yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur 
ama yinede susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında..
Salaklığımdan mı? 
Hayır!
Ben kimseye ”GİT” de demem,
diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? 
Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen,
o kadar değer veririm ki, 
hergün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz...

27 Ağustos 2010

Hani ateşkes ilan etmiştin... 

Bu mayınları neden döşedin gelişime...

20 Ağustos 2010

"eksik yanım...
ayağa kalk buradayım de!
sana devamsızlıktan 
hayatta kalıyorum"

19 Ağustos 2010

SUSMALARIMI 
BİRİKTİRİYORUM 
SANA...
Tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
Evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin... Sokağa fırlayacaksın...Sokaklar da dar gelecek...Tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi... Ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü...
Kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan ...da kaybolacak kadar küçüleceksin.. Birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"Önemli olan sağlık."
"Yaşamak güzel." "Boş ver, her şey unutulur."

Sen hiçbirini duymayacaksın... Göz yaşlarından etrafı göremez hale geleceksin... 
Ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, 
 az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...

Hep ondan bahsetmek isteyeceksin...

"Ölüme çare bulundu" ya da "Yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını kaldırıp "Ne dedin?" diye sormayacaksın...
Yalnız kalmak isteyeceksin...
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak... 
İkisi de yetmeyecek...

Geçmişi düşüneceksin...Neredeyse dakika dakika...

Ama kötüleri atlayarak...
Onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin... 
Gittiğin yerlere gitmek... Bu sana hiç iyi gelmeyecek...
Ama bile bile yapacaksın... 
Biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın... 
Aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin... Hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksin... Herkesi ona benzetip...Kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
Hiçbir şey oyalamayacak seni...İlaçlara sığınacaksın... 
Birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan.
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren... 
 Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...

Boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...

Uyumak zor, uyanmak kolay olacak... Sabahı iple çekeceksin...Bazen de "Hiç güneş doğmasa" diyeceksin...
Ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler... 
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak isteyeceksin.
Nafile...Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...

Rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin... 
Her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin... Telefonun çalmasını bekleyeceksin... Aramayacağını bile bile...Her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...Ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla... 
Yüreğin burkulacak...Canın yanacak...
Bir daha sevmemeye yemin edeceksin... 
Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...

Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret edeceksin... Yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...Onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek... Ama bir umut...Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...Bu umut seni gitmekten alıkoyacak... 

 Gel gitler içinde yaşayacaksın...Buna yaşamak denirse...

Razı mısın bütün bunlara...? 

Hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...? 
O halde aşık olabilirsin ...

18 Ağustos 2010

gitmek iyidir ötelemek...
gidebilmek...
yok saymak iyidir..
sayabilmek iyidir..

duydum...
gittin.

GİTTİN....


Gittin...
Ben, arkandan sadece baktım.
Oysa; söyleyecek o kadar çok şeyim vardı ki...
"Gidersen iyiye dair ne varsa içimde yitireceğim hepsini. Gidersen sönecek içimdeki ateş 
ve
 bir daha hiç kimse yakamayacak.
Gidersen karanlığa mahkum edeceksin günlerimi 
O karanlıkta yolumu kaybedeceğim" diyecektim sana.
Konuşamadım...
Gittin...
Gidişini görmemek için gözlerimi kapattım
Öylesine acıdıki içim, 
 tutup koparsalardı kolumu bacağımı 
bu kadar acı duymazdım. 
Acım yaş olup akmalıydı gözlerimden.
Ağlayamadım...
Gittin...
Seni delicesine bir tutkuyla seviyordum oysa 
Tutkum seninle olmaktı,
tutkum teninde erimek,
tutkum hayatı seninle paylaşmaktı. 
Anlatamadım...
Anlamadın...
Gittin...
Gidişini önlemek için tutmak vardı ellerinden
Ellerim değil miydi her dokunuşumda seni ürperten? 
Ürperdin yine biliyorum.
Bir kez dokunsam, bir kez tutsam ellerini
Gitmek için biriktirdiğin bütün cesaretin kaybolurdu.
Tutamadım.
Gittin...
Bir yıkım gibiydi gidişin
Sen adım adım uzaklaşırken benden
Çöküp kaldı bedenim olduğu yere
Nice terk edişlere dayanan yürek bu kez yenilmişti 
Bu kadar zayıf değildim ben kalkmalıydım.
Kalkamadım...
Gittin...
Oysa geldiğin gün gideceğini biliyordum 
Hazırdım gidişine, 
Kaçak zamanları yaşıyorduk
 Zaman bitecek ve sen gidecektin 
Bense, gidişinin ertesi günü
Hayatıma kaldığım yerden yeniden başlayacaktım.
Başlayamadım...
Gittin...
Bir şey söyledin mi giderken? 
"Kal" dememi istedin mi?
Son bir kez "seni seviyorum" dedin mi?
"Bekle beni döneceğim" diye umut verdin mi?
Beynim öylesine uğulduyorduki.
Duyamadım...
Gittin...
Nereye gittiğin önemli değildi 
Binlerce kilometre uzakta da olsan,
iki metre ötemde de farketmiyordu. 
Artık yoktun ve asıl bu düşünce beni felç ediyordu. Kurtulmalıydım senden, 
bu yokluk duygusundan kurtulmalıydım.
Kurtulamadım...
Gittin...
Unutulanların arasına katılmalıydım 
Anıları bir sandığa koyup
hayatı bir yerinden yakalamalıydım. 
Bu aşk noktalanmalıydı, bu sevdadan vazgeçmeliydim.
Yapamadım...
Gittin...


BAHTSIZ KADINLAR KABİLESİNDEN BİR BÜYÜK YETENEK;
CAMİLLE CLAUDEL!

Fransa nın Aisne bölgesinde doğdu. 
Annesi hiç bir zaman kızının sanat aşkını onaylamasa da babası en büyük destekçisiydi. 1881 de Paris de Academie Colarossi de heykeltraş Alfred Boucher' den ders almaya başladı. 
ÇÜNKÜ O TARİHLERDE KADINLARIN SANAT AKADEMİLERİNDE EĞİTİM ALMASI YASAKTI, SADECE SANATÇILARIN ÖZEL ATÖLYELERİNDE DERS ALIYORLARDI!
Rodin'le de böyle tanıştı. Rodin' in atölyesinde aldığı heykel dersleri sırasında üstün yeteneği ile Rodin'in gözdesi ve ilham kaynağı oldu. Aralarında başlayan ilişki ise ikisi için de dönüm noktasıydı. Rodin'in o tarihlerde yaptığı ''cehennemin kapıları'' adlı eserinde Camille! in etkileri açıkça gözlenir ve eserin büyük çoğunluğunun Camille' e ait olduğu rivayet edilir.
Rodin, sanatçının pek çok eserini sahiplenmiştir ve Camille' in yeteneği Rodin' den çok daha fazla olmasına rağmen hep onun gölgesinde kalmıştır.
Tutkulu ve fırtınalı bir aşktı aralarındaki.. Ama Rodin'in kaba tavırları ve Camille' i kendisinin en büyük rakibi olarak görmesi nedeniyle Camille için çok yıpratıcıydı.. Sonunda camille Rodin' i terk etti ve bu dönemde en büyük eserlerini verdi.
Ama hayat Camille için çok zordu. Hem bir kadın sanatçı olarak yaşadığı yüzyılın gerçekleri, hem de özel sorunları göz önüne alındığında çok yalnızdı. Giderek ruh sağlığı bozulmaya başladı ve geçirdiği bir sinir krizi sonucu eserlerinden pek çoğunu parçaladı. Sonunda Rodin' in de araya girip destek vermesiyle ailesi tarafından akıl hastanesine kapatıldı.
Camille 1943 de, tam 30 yılını akıl hastanesinde geçirmiş olarak tek başına öldü. Çok büyük bir yetenek bahşedilmiş bu kadın, ne yazık ki toplum ve ailesi tarafından aynı derece şanslı olamadı.
En olgun meyvalarını vereceği dönemde hayatı elinden çalınarak ve

''bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım''
diye haykırarak bu dünyayı terk etti!

6 Ağustos 2010

Mürekkebi dağılmış bir ben bıraktım sana 
sadece senin okuyabilecegin.

5 Ağustos 2010

.

Merdivenaltı sevişmeleriydi bizimkisi hem yasaktık hem namuslu
Sınırötesi bir operasyon bu, 
senin için sana aşka getirmiştim oysa ben.
Kondu herkesizliğe.
Uçabilen kadar iyiydim 
uçabilen kadar kör....

4 Ağustos 2010


Yer altında solucan 
üstünde yemim
öldürün beni sahte aşklarınızla...
kocaman cümlelerle giriyoruz yaşamlara hadsiz duruşlarımızla...
düşünmeden yaratacağımız infialleri...
bizden başkasının olmadığı düşlerimizle vuruyoruz insanları...
bir taş atıyoruz "bir insan" vuruyoruz.
Düş 'ürüyoruz... 
Düşürüyoruz zamanı öfkemizden... 
kendi oyun bahçemizde kendi kurduğumuz evcilik oyunlarında
 diyoruz ki insanlara 
"tanı kendini"
üç günde var edip üç günde yok ettiğimiz darağacında...
tükenişlerimizi başka oyuncularla temize çekiyoruz belki de... 
figüran olduklarını bilmiyorlar yaşamlarımızda...
bir durup nefes alsak 
zaferlerle bünyemize aldığımız özürler kadar...
belki de diyeceğiz ki 
ben nerede kaçırdım karşımdan hızla geçen treni... 
biriktirilmiş ve çatlamış tamiri imkansız 
çiğ sarı yumurtalardan gelen ekşi kokusu dolduruyor odaları...
korku dolu kaçamak bir düşte vuruyor sebepsiz ateş almış tüfeğin karşındakini...
"en az onun kadar anlatamadığın'ız ve tanıdığın'ız yerde" 
kal'a kalıyoru"z" 
sizin çoğul dünyanızda...
başkasının adıyla başlanmış masallar da
bir varmış yokmuş oluyor adımız, 
beynimizden vuruluyoruz ...
çok tekrarından belki de 
"düş'üyoruz düş peşinde koşarken"...
ve tehlike çanlarımızı 
çın çın ettirecek biriyse karşımızdaki /
ergen asiliğimiz hala devam ediyor velhasıl...
kişinin değişimleri mevsimlerden hızlıdır..
süslü salonlar şık kıyafetler..değil
hatalarıyla olduğu gibi...dokunarak...tango...






Resmi yalanlarına karşılık
 illegal ağlıyorum....

Kapatırsan gözlerini 
ruhunla oynaşan gözlerim yatağından düşer...





Sataşıyorum kendime 
sonra üzülüp
başımı omzuma koyuyorum...



Dara xweziya şin nabe.

Keşkenin ağacı yeşermez.








 "Sana bir içdeniz yaptım içimde boğulasın diye..."

Kabuğunu koparmadan,
ne bir elmayı soyabildim,
ne de iyileştirebildim bir yaramı..

Ama karşıma çıkınca,
kızmadım hiç elma kurduna,

bendim çünkü bıçağı saplayan onun yurduna.....

3 Şubat 2010

fumando espero....

 






FUMANDO ESPERO

Fumar es un placer, genial, sensual...
Fumando espero al hombre que yo quiero,
tras los cristales de alegres ventanales
Y mientras fumo mi vida no consumo
porque flotando el humo me suelo adormecer.

Tendida en mi sofá, fumar y amar,
ver a mi amado feliz y enamorado,
sentir sus labios besar con besos sabios.
Y el devaneo sentir con más deseo,
cuando sus ojos siento sedientos de pasión.

Por eso estando mi bien
es mi fumar un eden.
Dame el humo de tu boca
Dame que en mi,
pasión provoca.
Corre que quiero
enloquecer de placer,
sintiendo ese calor
del humo embriagador
que acaba por prender
la llama ardiente del amor.

La hora de inquietud con él no es cruel
sus espirales son sueños celestiales,
y forman nubes que hacia la gloria suben
y envuelta en ella, su chispa es una estrella,
que luce clara y bella con límpido fulgor.


      SİGARAMI İÇİYORUM VE BEKLİYORUM...

1 Şubat 2010

KADINLAR - 1


"KARANLIKTA BİLE;
SENİ GÖRENDİR GERÇEKTEN SENİ SEVEN… 
VE HER SEFERİNDE SENİ AFFETMEK İÇİN 
KENDİNE BAHANELER BULANDIR…”

KADINLAR-I

Öyle anları geliyor ki yaşamın yok diyorum buradan ötesi yok… Ve sonra oradan başka yere giden bir yol beliriyor hatta yollar çıkıyor önüme… Gidilebilecek yeni yollar… Yeni ayrımlara götüren yeni başlangıçlar…
Sevgiye dair olsun bunca aradan sonra ki ilkyazı…
Rüyalara dair… Korkulara dair… Adamlara ve kadınlara dair…masalsa aşk bu da masal olsun…

Ne zaman çamurlu bir yoldan geçsem bir ses içimden “-ayak izlerimin üstüne bas. Her tarafına çamur sıçratıyorsun” diyor... Siz hiç babanızın sizin için ezdiği çamur birikintilerinde yürüdünüz mü? O yıllarda giymenin mecburi olduğu beyaz okul çoraplarına bencik bencik atan çamur lekeleri doğrusu beni hiçte tedirgin etmiyordu..hala yollarda yürürken zaman zaman, artık benle olmayan o sesi duysam da özel bir biçimde yere basmanın bir yolu olmadığa inanıyorum..ne kadar korumaya çalışırsan çalış yere düşen yağmurun sana armağanıdır paçalarına bulaşan çamur...galiba tüm yaşam boyunca da buna inanmaya devam edeceğim yere düşen tüm yağmurların bende bıraktığı izlerle evime dönerken…
Kadınlara dair öykülerle dolu bir oda da oturuyorum sabaha dek. Beklediğim öykülerin kendilerini yazması. Yazmaya olan yeteneksizliğimden mi yoksa kadınlar buna izin vermediğinden mi bilmiyorum bir türlü yazamıyorum onları..Delileri fazlaca bir arka bahçe bu..Bazen yaşam içindeki tüm kadınların bir çeşit delilik yaşadığını düşünmüyor değilim..yaşadığımız coğrafyanın etkisinden mi yoksa kıymetli “erkek” evlatlarımızı yetiştirirken gösterdiğimiz zafiyetten mi bilmiyorum yaşam karşıma hep “arızalı” kadınların “arızalı” öykülerini çıkarıyor
Şüphesiz bu arızayı anlama yeteneği kendimdeki arızadan kaynaklanıyor.
Üstlerine çamur bulaşmasın diye öndeki adamın ayak izlerinden yürüyen kadınların yaşadığı odaları dolduruyor yalnızlıklar...
Anahtarları olan kadınlar bunlar… Odaları sofaları var… Kuruluyorlar oyuncak bebekler gibi bu yaşamı yaşamaya…
“eğer gelmezsen” diye başlamak istiyorum bu kadınları anlatmaya.
Bu oda da benle birlikte oturan bu kadınların her biri “ bir gün ” diyerek bekliyorlar yarını... Oysa beklemek beklentiyi güncelleştiriyor hatırlamıyor bile insan neyi beklediğini beklemeye devam ediyor yalnızca… Ve beklenen unutuyor sizi bir yerler de…
Bekleyen kadınların öyküleriyle büyüdüm ben…
Neyi beklediklerini bilmeden bekleyen… Bazen yollardaki birini bekleyen… Bazen hiç kavuşulmamış birini bekleyen… Bazen yaşamlarında var gibi duran bir adamın gerçekten onlarla… Gerçekten onların yanında olmasını bekleyen kadınlar tanıdım… Yaşamın içinde kitaplarda öykülerde ailemde… Yavaş yavaş yaşlandıklarını gördüm ve deliliğin sevdalı… Sevdanınsa bazen delirtici olduğunu gördüm…
Zamanın aşk öykülerinden uzaklarda büyü tutan sevdalar okudum… Bazen sevgimi bazen sevdiğimi yitirdim bir yerlerde bende o kadınlardan biri oldum zaman zaman…
Gerçek yaşamın “öyküleri” var oysa bu bir “masal” olsun bu kez… “bir varmış” olsun girişi yazının “bir yokmuş olsun” bitişi… Gelişmeler tadı tuzu olsun…


CEBELİTARIK BOĞAZI…

“Uzaklaşıyor küçük toz parçaları içimde…”
Bu gece yolculuk gecesi...
Kendimden kalkan uçaklar bana dönüyorlar... Yok, sayıyorum bütün diğer yerleri bu gece... Yaşamı çekiyorum ciğerlerime, hüzün doluyor içime bu gece. Yorulan ve eskiyen yanlarımla oturuyorum karşısına bu gecenin... Biliyorum ki bir kez daha imkânsızlık var olmak... Ve üstüne yüklemek tüm yükleri yaşamın mümkünsüz... Kenarda duruyor içimden dökülenler... Üstünde kalanlar sahipsiz... Deliler gibi koşuyor gözlerim…
Varım sanıyorum, yokum... Var mısın diye bakıyorum, hep-aynı'lar var odada... Geçmiş’te kalmış başlangıçlar, artık bekleyecek bir şey yok, belki de... İçimde, yok olmakta olan yanım diriliyor sonra... Yazabiliyorum içimi yeniden... Sonuna varıyorum, içimdeki kız çocuğunun… Susuyorum… Geçiyor zaman başka bir vakte… Şimdiki zamana geliyor öykü kendi içinde…
Uzun sürüyor bitirmem içimdeki yolculukları... Verdiğim yanlış adresleri düzeltmem...
Toz parçaları genzime doluyor...
“Aradığımdı... Kendim de bulamadım yüzünü, kayıp gitti gece elimden “
Desem ki şimdi;
“Nerede içimdeki gemi... Sis mi yuttu geceyi? ... Boğuldu mu gerçek? ... Belirsizlik kurtuluş mu? Sığınılan tek liman mı?... Belirsiz mi gece? ...”
İçimdeki hava boğdu beni... Boşluğa bıraktım nefesimi... Bir nefeslikti yaşam…
İçimde ise bir acı kaldı... Ve bir minnet yaşama dair... Ma Tapınağının dehlizlerinden geçti koku, burnuma dolmadan önce... Zarafetin krallığında saltanat sürdü... Çapkın kırmızı güller dans ettiler kadınların göğsünde…
Gördüğümü görmezden geldim... Duyduğumu yok saydım...senin için… Ayıp olurdu anlamak yaşamı…
Sen ne dersen odur, dedim... Bir kez daha... Yaşam sırayla yaşanıyordu…
Ben olmayan benlerden istedin... Benden verdim... Görmedin…
İstediğin... Budur, dedim! Sonra gittin… Kaldık ben ve gece…
Küstüm çiçeklerimi suladım sabaha karşı...Bitecek geceyi bilen yanlarımla güldüm olanlara bir kez daha... İçimdeki havayı üfledim boşluğa... Dünyanın nefesi tıkandı… Uçaklar burun üstü çakıldı içimdeki dağlara... İçim kavga etti benimle "yokum" dedim içime "ben yokum" bu gece... Siz dedim ne derseniz o dur!
Tüm aptal cümleler kol kola geldiler üstüme... Kaçıyorum sananlardan daha hızlı kaçtım... Kaçmadığımı ben bile sandım. Bekle dedi saat... Uyuyamadı gece bende... Sabahı ettim... Sabahı dar ettim...
Haddimi aldım yanına unutmadım rolümü... Teşekkür ettim Celebelitarık Boğazına Tetuan burnundan sisler arasında... Hayalle gerçek arasında… Senle ben arasında… Varla yok arasında…
İçimde uçuşan toz parçalarını üfledim direklerine teknenin... Rüzgârım sustu sonra...
bu gece yolculuk gecesi idi bende gezdik... Ev sahibi bendim... Ne dediyseniz "o dur!" dedim... Ürkütmedik sizi... Adınızı sormadık size adreste almadık geceden...
“tesadüf müdür acaba herkesin yaşamı bu kadar anlaması!!!”
Zehirli sarmaşıklarımla... Kırkikindiler... Otlarla… Kokular kaynadılar kazanda... Bana tuttu büyüler… Yaşam büyü tutmuyordu… Bense yaşamıyordum...
Biraz da siz konuşsaydınız tüm cevaplarınız verilmiş olsaydı daha ne arardınız?”
“Uzaklaşıyor küçük toz parçaları içimde…”



Her kadın bir öykü ve aşk bir denemeyse… Bu Cebelitarık Boğazının öyküsü…

Oysa biz yok saydığımızda kendimizden her parçayı yeni kadınlar doğdu güne... Terk edildiler... Yok sayıldılar... Kendilerini aradıkları sonsuz dehlizlerinde kadınlığın, kapandıkça üstlerine anahtarsız kilitler, başka sonsuz kapılara kaçtılar... Kurtulmak için kendi kadınlıklarından, analığa soyundular... Kör çocukların dilsiz anaları oldular... Ceza idi dağın tepesinde oturmak... Karakış boyunca insansız, yolsuz kaldılar... Yakınlarına doğdu güneş kimi günler, ama dostları ay’dı, büyürken küçülürken, bedenlerindeki cevapsız kadının, hem önderi, hem takipçisi oldular ayla doğup ayla battılar... Bizdeki kadınlar sahiplenilmiş şiirlerinde, öykülerinde, romanlarında, heykellerinde ve bebeklerinde yaşamın sonsuza yazıldılar... Uğursuz sayıldılar, deli bellendiler... Lavanta kokulu çeyiz sandıklarından ölüm ve delilik saldılar... Odalara… Kendilerindeki kadını zorladılar... Yataklarda ayaklarından... Ayakta dillerinden oldular... Kaçamamalar, yapıştı ellerine... Aşkı yaşanmaz, yaşananı yok saydılar... Terbiye edilmiş yanlarıyla kadınlığın, zorladılar içlerindeki kadını... Kolayken zor, zorken kolay bellendi yolculukları denendiler, sınandılar... Sonu belli yarışlarda koştular…
Yok, oldu bedenlerinden parçalar
Dağıldı sonsuza
Biraz sizde
Biraz sizde
Biraz sizde... Kaldılar…
EMİNE AKI 01.02.2010