Güneş doğmadan hemen önce, bazen her yer kararır...
Ne zaman yaşama karşı bir panik hissetsem... arka arkaya
ikisini birden tekrar izliyorum... durgun, dingin ve sakin... yaşama ve
insanlara bakışı diyaloglardan geçen bir insan iseniz... romanları,
konuşmaların olduğu sıkıcı filmleri seviyorsunuz... Before Sunrise ve Before
Sunset... baş ucu filmi...
Kaçırdığımız ne çok fırsat ve tesadüf var yaşamda...
Bir gün bir yerde yolunuzun kesiştiği bir insanın yaşamın
şartlarından dolayı yaşamınıza teyet geçen bir insanın, aslında belki de tüm yaşam içinde "huzur"
la sizi buluşturacak insan olması ihtimali nedir?
Denenmemiş ilişkiler midir "acaba" ile insanlarda
"ümit" bırakan... Çünkü denediklerimiz hep mi süreç içerinde
sorunlar, iletişimsizlikler ve yaşamın gerçekleriyle yok olup giderler
?........
Before Sunrise... genç adam genç kadını trenden birlikte
inmeye ikna etmek için şöyle diyor...
"bunu söylemediğime pişman olabilirim. Düşün şimdi,
bundan yıllar sonra evlenmişsin ve çocukların olmuş. Hayatın monotonlaşmaya
başlıyor, kocandan sıkılıyorsun. İşte o gün geriye bakıp hayatına giren
adamları düşünüyorsun. Ben de onlardan biriyim. Farzet ki yıllar sonra bana
evet demediğine pişman oluyorsun ve yaşayabileceğin şeyleri merak ediyorsun.
Şimdi benimle burda trenden in ve hayır dersen neler kaçırabileceğimizi
görelim."
ve tesadüfler gülüyor halimize..
Devamlı aklımla kalbimin arasında bir yerde
olanın,tanımlayamadığımın anlatıldığı... dünyada olmayanın ama cennette de
olmayanın, aradığım, bulmak istediğim ancak mükemmelinin olmadığını bildiğin
öykünün acısı, günes ışığının trene binip gitmesi, en güzel anı yaşadığımda
bile bir an olacağını, devam etmeyeceğini bilmemin hikayesi benim için...
Before Sunrise'ın bir sahnesinde genç adam genç kıza bir
hikaye anlatır "evlilik töreninde evlenmek isteyen çiftin birbirinin
gözünün içine uzun saatler boyunca baktığını ancak bu uzun bakışmadan sonra
ilahi bir his oluşursa artık evli sayıldıklarını" anlatır... birinin
gözlerine çok uzun baktığınızda malesef ki yaşadığınızın gerçekliğini görmeniz
kaçınılmazdır... Ve ben düşünüyorum ki
uzun yıllar birbirimizin hayatında kaldığımız insanların gözlerine 10
dakika süreyle bile başka hiçbirşey
düşünmeden bakmamışızdır...
İlk filmin sonunda buluşmak üzere ayrılan iki genç insan
yıllar sonra bir filmle bende bıraktıkları sorulara cevap vermişlerdi...
İlk filmden 9 sene sonra kendi yaşlarıyla eş zamanlı olarak
ikinci senaryoda bu kez Before Sunset ile bu iki insan büyümüş, ilk tesadüfü
kaçırmış, yaşanmışlıkları ve yetişkin yaşamları ile bir araya gelmişlerdi...
benim gibi ilk filmi zamanında seyredip yıllar sonra 2. filmin yapıldığını
öğrenenler için ciddi bir yaşama cevap niteliğinde idi...
Buluşup buluşmadıkları benim zihnime bırakılmış ilk filmin
sonu benim zihnimde buluşulmamış olarak
yer etmişti... yaşama karşı pembe hayalleri olamayan biri için en kabul
edilebilir hikaye "aşk'ın an olduğu" idi...
İlk filmde Celine şöyle diyordu...
"eğer bir tanrı varsa, hiçbirimizin; ne senin ne de
benim içimde değil, aramızdaki bu küçücük alandadır. eğer bu dünyada sihir diye
birşey varsa birinin birşeyi paylaştığı anlama girişimindedir. bunu başarmak
imkansız gibi birşey ama... kimin umrunda ki? cevap girişimde olmalı..."
"insanlar koca bir hayatı yalan yaşıyorlar.."
Herkesin planlı aşık olup, kar zarar hesaplarıyla birbirini
sevdiği bir çağda yaşayan bizler için bu film ilaç...
hayatta yaptığımız her şeyi,biraz daha sevilmek için yapmaz
mıyız? ben sormuyorum film soruyor ....
9 yıl sonra...
Merak ettiğim Before Sunrise'ın prodüksiyonu sırasında 9 yıl sonrası için
çekilmek üzere tasarlanmışmıydı Before
Sunset…
Ne kadar ironiktir ki vals melodili bu Avrupa hikayesinin en sevdiğim tarafı,
hayatın belki de en karmaşık ve ayrıntılı hissiyatını, olabildiğine ağdasız ve duru şekilde
anlatmasıdır… ne kalıplaşmış ezbere
romantizm klişeleri, ne de zorlama rastlantılar vardır…
"çok zaman geçti. belki de bu seninle bile ilgili değil. o zaman
yaşadıklarımızla ilgili."
Kaybetmekten, vazgeçmekten, kabullenmekten geçmiş yollarını film şeridi yapıp,
eğitilmiş bakışlarıyla etrafı izliyor gibi dururlar sadece.. isyanları da budar
zaman sanki, gün batmadan büyüme zorunluluğu vardır... bağırsak da çıkmaz
sesimiz artık … saat, sadece çok geç
olduğunu gösterir gibidir..
Yaşam ertelediklerimiz, yerine koyduklarımız…yok
saydıklarımızla yaşanırken hepimizin içten içe istediği çoğu zaman o mucizevi dokunuş değil mi…
Keşkesiz bir hayat yaşanılabilir mi ki..?
Bu iki filmi bu kadar sevme sebebim muhtemelen benim kişisel öykümün de “ öpünce
kurbağa olmayan prensle, uykusuz prensesin rüyası “ olmasıdır…
Hayatta en büyük lüks yarına dair cümleler kurmaktır. o
cümleler yarına ulaştığında ise tek gerçeğin dündür.
Ayrıca Before Sunset,
Before Sunrise dan hemen sonra izlediğinde bir kadın yaşlandıkça nasıl
değişir sorusunun cevabı gibi bu film..
Filmin “gerçeklik ve aşk sanki benim için bir çelişki.
kalbim çok kırıldı ve sonra toparlandım. bu yüzden artık başlangıçlarda hiç
çaba sarfetmiyorum. çünkü bir işe yaramayacağını biliyorum.”
Cümlesi ile beni benden alması da cabası tabii..
Uzun diyaloglardan oluşan ikinci film de bazı konuşmalar
hepimizin sorgulamaları değil mi ?
“insanlar birşeyler yaşarlar, hatta ciddi ilişkiler…
ayrılırlar ve unuturlar. sanki kullandıkları mısır gevreğini değiştirmişçesine
devam ederler. ben birlikte olduğum kimseyi unutamadığımı hissediyorum… çünkü
herkesin kendine özgü nitelikleri vardır.
kimseyi kimsenin yerine koyamazsın. kayıp olan kayıptır.
biten her ilişki bana cidden zarar veriyor. asla tam toparlayamıyorum. bu
yüzden biriyle aşk ilişkisine girerken çok dikkat ediyorum… çünkü çok can
yakıyor… çünkü o kişinin en dünyevi şeylerini özlüyorum.
küçük şeylere takmam gibi.
küçük şeyler.
bu insanlar için de aynı sanırım.
onlarda her biri kendine özgü, beni şaşırtan, özlediğim… ve
özleyeceğim küçük detaylar görürüm.
kimsenin yerine kimseyi koyamazsın… çünkü herkes çok
güzel,özel detaylardan oluşur.''
…..
ben hiçbir zaman geçmişimi arkamda bırakıp devam edemedim. bir şeyler hep benimle
birlikte geldi, gelmeye de devam edeceği cok açık. birisine aşık oluyorsunuz ve
aşkın insan ömründe bir kez karşılasılacak bir mucize olduğunu düşünüyorsunuz.
bir şeyler ters gidiyor ve bitiyor. sonra sevebiliyor insan başkalarını. ilk
aşktan daha çok olmakla birlikte her zaman geçmişi özlersin. ben öyleyim ve bu
sebepten hiç mutlu olamıyorum.
20 li yaşların başı, 30 lu yılların başı ve “Before
Midnight” ile 40 lı yıllar… Aşkın evlilik ve çocuk olmuş hali… aşkın üremiş,
çoğalmış ama perişan olmuş hali… seçimler ve vazgeçişler…
2. Filmden 8 yıl sonra çekilmiş bu filmin anlattığı zaman diliminde artık daha
olgunlaşmışız, ilişkimiz durağanlaşmış, çocuklarımız olmuş, hayatlarımıza
teknoloji girmiş...
Bununla birlikte kabulleniş de gelmiş hayatı olduğu gibi
-arada direnilse de- ilişkileri ayrılıklarıyla, ölümü, kapitalist düzeni…
kabulleniş…
gerçek dünyaya karşı romantizmle kurulan bir yaşam, bir kadının; hem de güçlü
bir kadının zaman zaman aslında nasıl da kendini umutsuz, öz güvenden yoksun
hissebildiği, bir adamın bölünmüş hayatının içinde tercihler arasında
kayboluşu, hem aşktan hem de gerçeklerden vazgeçemeyişi...
3. filmi seyretmemek konusunda çok direndim ben…. Çünkü
aşkın en güzel anı farkedildiği andı..oradan sonrası bir tepeden aşağıya koşmak
gibidir hep… için için bu filmin ilk iki filmdeki masalı bitireceğini
biliyordum… Çünkü ne masallar bitiriyordu yıllar…
Çünkü aşkı bir imkansızlık ve bir mucize gibi yaşamak..bir
gerçek olarak yaşamaktan hep daha kolaydır…
Aynı kavgalar, aynı hırçınlıklar, hayal kırıklıkları, aynı aldatılmalar, geçmiş
özlemleri, zamanı geriye saramayışlar yeryüzünün her bir yerinde tekrar ve
tekrar yaşanacak.
Benim hikayem, başkasının hikayesi ya da güneşin batış anı…
Aynı “Tarlakuşuydu Juliet’te” olduğu gibi… Romeo ve Juliet ölmeselerdi
nasıl boktan bir evlilikleri olurdu hiç düşündünüz mü? Evlilik içinde gittikçe çekiciliğini yitiren,
sorgulayan, huysuzlaşan, mutsuz kadın ve
çözümünü aldatmakta arayan erkek…
Aşık olmak kolaydır, aşkı bulmak zordur. Ama aşık kalmak hepsinden zordur… bu filmin bana düşündürdüğü bu cümle…
Sanırım bir 4. Film
istemiyorum ...