3 Ocak 2011

Ve Sen gittin.
Gittin ya...
gidişin  tanıyıp bilmediğim bir zamana denk geldi...
Bir tarih vardı bir de; saat.
Oysa zamansız sevmiştim...
Tüm hayırlarımı sana yormuştum ben.
Umutlarımın güleç yüzü  yûsufi düşlerimin sahibi
Yûsufi bir düşle sevdiğim yardın ey yar.

Sen yoksun.
Yoksunluk  yoksulluk düştü payıma.
Hiç bu kadar ıslanmamıştı yağmur kendi benliğinde
kendi halinde  bir başına yağarken
Gözlerim şimdi kuraklık vaktinde.

Üzülme.
Yeter ki sen gülümse hayata.
Gül ki güller açsın yüreğinde.
ben mahkum ettim Yûsufi düşlerimi 

yüreğimin çıkmaz sokaklarına.
Çıkamayacaklar hiçbir zaman aydınlığa.
Eremeyecekler mürüvvetlerine.

Başına buyruk cümleler oluşturdum her seferinde.
Oysa çok uslu olmaları için söz verdirtmiştim.
Çıkmaz sokaklarına girmek için çırpındılar hep
Ve her seferinde çıkmazlıklarına takılıp geri döndüler...

Gönlümün penceresinden bakıyorum sana ve sensizlikle yoğurduğum hayata.
Yüzümde şefkatli bir meltem
Ardından gelen şiddetli bir rüzgar.
Ve aklımda yarım kalmışlıklar
Rüzgar taşımış  getirmiş; kuru bir dala asılmış kurbansızlık yolunda kurban giden sevdamın kokusunu...
Yüreğim ürperdi
Gönlümden usulca geçen; bir ahu zar...
Ve aklımda yeni yeni ütopyalar...

Hayır! yapmayacağım atmayacağım buraya 

o tarihi.

Şimdi cümlelerim her tarafından yara aldı
Anlam(sız)lık yolunda alıp başını gittiler...
Her biri bir tarafa devrildi Artık (gayrı) devrikler...
Anlam(sız)laşıp karmakarışıklaştılar.

Karambole düştü yüreğim...

Şimdi ben ne yapayım?
Sana dair büyüttüğüm iyi niyetlerimle nerelere gideyim?
Assam mı  kessem mi?
Korkma! Yargısız infaz değil bu...
Yargılayıp asıyorum şimdi; 

sana olan hissiyatlarımı
Biriktirdiğim  kumbara olarak kullandığım kalbimdeki sana dair her şey (Bilinmeyen)i.

Hummalı bir yalnızlık şimdi benimkisi
değilim isyanda
Ama  yolumun ucu isyanda...
martılar yine dans ediyorlar
Ve yine en güzel şarkılarını söylüyorlar denize karşı
Deniz hırçın
Deniz küskün
Ve nihayet  deniz suskun.

Ve ben!
Ey Yûsufi bir düşle sevdiğim yar!
Bir adın kaldı bana unutulmaya yüz tutan
Oysa adını çakmıştım mıh gibi zihnime.
En güzel şifayı sürüyorum yürekceğizime; "Unutmak"

Şükrolsun Unutturana Unutulmayacak Olana.

Adını batırmak istedim anlamca Anlam(sız) metinlere
isyanı arzuladım...
Ruhumu yeniden yontmaya başladım
İzlerini sileceğim sana dair hayatta ne varsa
Hayatın dibine batıracağım.
Ve ab-ı hayattan bir yudum tadacağım
isyan perdelerinin ardından dalacağım içeri.

Şimdi yüreğim bir çöl kadar sessiz...
Şimdi yüreğim bir çöl kadar kurak...
Şimdi yüreğim bir okyanus kadar uçsuz bucaksız.

Ellerim  savaştan çıkma harabelerin izlerini taşımaktaysa da
Yüreğim  nice tehlikeler atlatmış bir ahunun ki kadar debdebeli
İçinde okyanusları barındıran bir kum tanesi kadar yalnız
Yani  Bir kum tanesi yalnızlığı benimkisi...

Ve ben!
Öğretildim Öğrendim...
Malzemesi top ve tüfeklerin değil
Gönül ve gözlerin olduğu bir savaşın ardından;
Bir çöl kadını gibi olmayı
Zamanı geldiğinde azad etmeyi ve edilmeyi
Konuşmadan anlatmayı
Söyletmeden duymayı
Dillerdeki değil  gözlerdekini...
Şatafatlı kahkahaların ardındaki ince sızıları

Öğrendim!...
Beklemeyi...
Beklemeyi...
Beklemeyi...

Ve  Sabrı...