1 Eylül 2013







Güneş doğmadan hemen önce, bazen her yer kararır...
Ne zaman yaşama karşı bir panik hissetsem... arka arkaya ikisini birden tekrar izliyorum... durgun, dingin ve sakin... yaşama ve insanlara bakışı diyaloglardan geçen bir insan iseniz... romanları, konuşmaların olduğu sıkıcı filmleri seviyorsunuz... Before Sunrise ve Before Sunset... baş ucu filmi...
Kaçırdığımız ne çok fırsat ve tesadüf var yaşamda...
Bir gün bir yerde yolunuzun kesiştiği bir insanın yaşamın şartlarından dolayı yaşamınıza teyet geçen bir insanın, aslında  belki de tüm yaşam içinde "huzur" la sizi buluşturacak insan olması ihtimali nedir?
Denenmemiş ilişkiler midir "acaba" ile insanlarda "ümit" bırakan... Çünkü denediklerimiz hep mi süreç içerinde sorunlar, iletişimsizlikler ve yaşamın gerçekleriyle yok olup giderler ?........
Before Sunrise... genç adam genç kadını trenden birlikte inmeye ikna etmek için şöyle diyor...

"bunu söylemediğime pişman olabilirim. Düşün şimdi, bundan yıllar sonra evlenmişsin ve çocukların olmuş. Hayatın monotonlaşmaya başlıyor, kocandan sıkılıyorsun. İşte o gün geriye bakıp hayatına giren adamları düşünüyorsun. Ben de onlardan biriyim. Farzet ki yıllar sonra bana evet demediğine pişman oluyorsun ve yaşayabileceğin şeyleri merak ediyorsun. Şimdi benimle burda trenden in ve hayır dersen neler kaçırabileceğimizi görelim."

ve tesadüfler gülüyor halimize..
Devamlı aklımla kalbimin arasında bir yerde olanın,tanımlayamadığımın anlatıldığı... dünyada olmayanın ama cennette de olmayanın, aradığım, bulmak istediğim ancak mükemmelinin olmadığını bildiğin öykünün acısı, günes ışığının trene binip gitmesi, en güzel anı yaşadığımda bile bir an olacağını, devam etmeyeceğini bilmemin hikayesi benim için...

Before Sunrise'ın bir sahnesinde genç adam genç kıza bir hikaye anlatır "evlilik töreninde evlenmek isteyen çiftin birbirinin gözünün içine uzun saatler boyunca baktığını ancak bu uzun bakışmadan sonra ilahi bir his oluşursa artık evli sayıldıklarını" anlatır... birinin gözlerine çok uzun baktığınızda malesef ki yaşadığınızın gerçekliğini görmeniz kaçınılmazdır... Ve ben düşünüyorum ki  uzun yıllar birbirimizin hayatında kaldığımız insanların gözlerine 10 dakika süreyle  bile başka hiçbirşey düşünmeden bakmamışızdır...
İlk filmin sonunda buluşmak üzere ayrılan iki genç insan yıllar sonra bir filmle bende bıraktıkları sorulara cevap vermişlerdi...
İlk filmden 9 sene sonra kendi yaşlarıyla eş zamanlı olarak ikinci senaryoda bu kez Before Sunset ile bu iki insan büyümüş, ilk tesadüfü kaçırmış, yaşanmışlıkları ve yetişkin yaşamları ile bir araya gelmişlerdi... benim gibi ilk filmi zamanında seyredip yıllar sonra 2. filmin yapıldığını öğrenenler için ciddi bir yaşama cevap niteliğinde idi... 
Buluşup buluşmadıkları benim zihnime bırakılmış ilk filmin sonu benim zihnimde  buluşulmamış olarak yer etmişti... yaşama karşı pembe hayalleri olamayan biri için en kabul edilebilir hikaye "aşk'ın an olduğu" idi...
İlk filmde Celine şöyle diyordu...

"eğer bir tanrı varsa, hiçbirimizin; ne senin ne de benim içimde değil, aramızdaki bu küçücük alandadır. eğer bu dünyada sihir diye birşey varsa birinin birşeyi paylaştığı anlama girişimindedir. bunu başarmak imkansız gibi birşey ama... kimin umrunda ki? cevap girişimde olmalı..."

"insanlar koca bir hayatı yalan yaşıyorlar.."

Herkesin planlı aşık olup, kar zarar hesaplarıyla birbirini sevdiği bir çağda yaşayan bizler için bu film ilaç...
hayatta yaptığımız her şeyi,biraz daha sevilmek için yapmaz mıyız? ben sormuyorum film soruyor ....

9 yıl sonra...

Merak ettiğim Before Sunrise'ın prodüksiyonu sırasında 9 yıl sonrası için çekilmek üzere tasarlanmışmıydı  Before Sunset…

Ne kadar ironiktir ki vals melodili bu Avrupa hikayesinin en sevdiğim tarafı, hayatın belki de en karmaşık ve ayrıntılı hissiyatını,  olabildiğine ağdasız ve duru şekilde anlatmasıdır…  ne kalıplaşmış ezbere romantizm klişeleri, ne de zorlama rastlantılar vardır…

"çok zaman geçti. belki de bu seninle bile ilgili değil. o zaman yaşadıklarımızla ilgili."

Kaybetmekten, vazgeçmekten, kabullenmekten geçmiş yollarını film şeridi yapıp, eğitilmiş bakışlarıyla etrafı izliyor gibi dururlar sadece.. isyanları da budar zaman sanki, gün batmadan büyüme zorunluluğu vardır... bağırsak da çıkmaz sesimiz artık …  saat, sadece çok geç olduğunu gösterir gibidir..

Yaşam ertelediklerimiz, yerine koyduklarımız…yok saydıklarımızla yaşanırken hepimizin içten içe istediği  çoğu zaman o mucizevi  dokunuş değil mi…

Keşkesiz bir hayat yaşanılabilir mi ki..?

Bu iki filmi bu kadar sevme sebebim muhtemelen benim kişisel öykümün de “ öpünce kurbağa olmayan prensle, uykusuz prensesin rüyası “ olmasıdır…

Hayatta en büyük lüks yarına dair cümleler kurmaktır. o cümleler yarına ulaştığında ise tek gerçeğin dündür.
Ayrıca Before Sunset,  Before Sunrise dan hemen sonra izlediğinde bir kadın yaşlandıkça nasıl değişir sorusunun cevabı gibi bu film..

Filmin “gerçeklik ve aşk sanki benim için bir çelişki. kalbim çok kırıldı ve sonra toparlandım. bu yüzden artık başlangıçlarda hiç çaba sarfetmiyorum. çünkü bir işe yaramayacağını biliyorum.”
Cümlesi ile beni benden alması da cabası tabii..

Uzun diyaloglardan oluşan ikinci film de bazı konuşmalar hepimizin sorgulamaları değil mi  ?

“insanlar birşeyler yaşarlar, hatta ciddi ilişkiler… ayrılırlar ve unuturlar. sanki kullandıkları mısır gevreğini değiştirmişçesine devam ederler. ben birlikte olduğum kimseyi unutamadığımı hissediyorum… çünkü herkesin kendine özgü nitelikleri vardır.
kimseyi kimsenin yerine koyamazsın. kayıp olan kayıptır. biten her ilişki bana cidden zarar veriyor. asla tam toparlayamıyorum. bu yüzden biriyle aşk ilişkisine girerken çok dikkat ediyorum… çünkü çok can yakıyor… çünkü o kişinin en dünyevi şeylerini özlüyorum.
küçük şeylere takmam gibi.
küçük şeyler.
bu insanlar için de aynı sanırım.
onlarda her biri kendine özgü, beni şaşırtan, özlediğim… ve özleyeceğim küçük detaylar görürüm.
kimsenin yerine kimseyi koyamazsın… çünkü herkes çok güzel,özel detaylardan oluşur.''

…..
ben hiçbir zaman geçmişimi arkamda bırakıp devam edemedim. bir şeyler hep benimle birlikte geldi, gelmeye de devam edeceği cok açık. birisine aşık oluyorsunuz ve aşkın insan ömründe bir kez karşılasılacak bir mucize olduğunu düşünüyorsunuz. bir şeyler ters gidiyor ve bitiyor. sonra sevebiliyor insan başkalarını. ilk aşktan daha çok olmakla birlikte her zaman geçmişi özlersin. ben öyleyim ve bu sebepten hiç mutlu olamıyorum.
20 li yaşların başı, 30 lu yılların başı ve “Before Midnight” ile 40 lı yıllar… Aşkın evlilik ve çocuk olmuş hali… aşkın üremiş, çoğalmış ama perişan olmuş hali… seçimler ve vazgeçişler…

2. Filmden 8 yıl sonra çekilmiş bu filmin anlattığı zaman diliminde artık daha olgunlaşmışız, ilişkimiz durağanlaşmış, çocuklarımız olmuş, hayatlarımıza teknoloji girmiş...
Bununla birlikte kabulleniş de gelmiş hayatı olduğu gibi -arada direnilse de- ilişkileri ayrılıklarıyla, ölümü, kapitalist düzeni… kabulleniş…
gerçek dünyaya karşı romantizmle kurulan bir yaşam, bir kadının; hem de güçlü bir kadının zaman zaman aslında nasıl da kendini umutsuz, öz güvenden yoksun hissebildiği, bir adamın bölünmüş hayatının içinde tercihler arasında kayboluşu, hem aşktan hem de gerçeklerden vazgeçemeyişi...

3. filmi seyretmemek konusunda çok direndim ben…. Çünkü aşkın en güzel anı farkedildiği andı..oradan sonrası bir tepeden aşağıya koşmak gibidir hep… için için bu filmin ilk iki filmdeki masalı bitireceğini biliyordum… Çünkü ne masallar bitiriyordu yıllar…

Çünkü aşkı bir imkansızlık ve bir mucize gibi yaşamak..bir gerçek olarak yaşamaktan hep daha kolaydır…

Aynı kavgalar, aynı hırçınlıklar, hayal kırıklıkları, aynı aldatılmalar, geçmiş özlemleri, zamanı geriye saramayışlar yeryüzünün her bir yerinde tekrar ve tekrar yaşanacak.

Benim hikayem, başkasının hikayesi ya da güneşin batış anı…

Aynı “Tarlakuşuydu Juliet’te”  olduğu gibi… Romeo ve Juliet ölmeselerdi nasıl boktan bir evlilikleri olurdu hiç düşündünüz mü?  Evlilik içinde gittikçe çekiciliğini yitiren, sorgulayan, huysuzlaşan, mutsuz kadın ve  çözümünü aldatmakta arayan erkek…

Aşık olmak kolaydır, aşkı bulmak zordur. Ama aşık kalmak hepsinden  zordur… bu filmin  bana düşündürdüğü  bu cümle…



 Sanırım bir 4. Film istemiyorum ...