5 Aralık 2013





"ıslıklayıp istemeden öldürdüğüm kuşlar da vardır, 
tekmelememe rağmen ölmeyen insanlar da..."

sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere ve sokakta ki tehlikelere karşı koruyabilir... bu direnci kıran tek şey ise: sevgidir.. eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirseniz kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çeker ...bir gün vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlağında bulması işten bile değildir... ondandır ev alıp baktığımız kediciklerin artık sokakta yaşayamaz hale gelmesi...

küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen kediciklerin kaderinde kendi aşk hayatımızın hulasasını buluyorum sanırım... 
biz de sevginin şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı elevermiyor muyuz? Yıllar yılı ardına saklandığımız barikatlari gönüllü terk edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz? Sevginin bizi kollayacağına, sarıp sarmalayacağına dair inancımız yüzünden koruma duvarlarımızı kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz? 
sonra... sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor... şefkatimiz katilimiz oluyor... 
ders almak mı? ne münasebet!.. daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını... 
kedi yavrusundan farkımız yok sevginin karşısında...
Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta cocukça uysallaşıp, her hayalkırıklığında "köpek gibi" pişman olarak, 
her terkedişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, "bir daha asla"larla "daima"lar arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.
belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır... şefkate kanmış mefta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış hayatta bir sokak kedisi kalmak daha iyidir...

neden alalade bir düzen içerisinde yaşayıp ne olduğumuzun farkında olmadan ölemiyoruz?
 öylesi daha huzurlu değil miydi?